CANLAR43
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Alevi sözcügünün etimolijisi(1)

Aşağa gitmek

Alevi sözcügünün etimolijisi(1) Empty Alevi sözcügünün etimolijisi(1)

Mesaj  canlar43 Paz Ocak 13, 2008 12:43 pm

ALEVİ SÖZCÜĞÜNÜN ETİMOLOJİSİ

Alevi sözcüğünün kökeni, Arapça'dır. Aslı “Ali”dir.

Ali; yüce, ulu anlamına gelen bir sözcüktür ve tarihte Hazret-i Ali'nin kimliği ile özdeşleşmiş bir isimdir.

Alevi, Ali sözcüğüne, mensubiyet-aitlik-özdeşlik anlamı katan “-i” sonekinin eklenmesi ile oluşmuştur ve dilbilgisinde türemiş sözcükler grubundandır.

Ali, sözcüğüne yandaşlık, aitlik anlatan -i eki ulanırken araya “-v-” kaynaştırma sesi girer ve sözcük “Alevi” halini alır.

Aynı etimolojik durumu, Hamza sözcüğünde de görebiliriz. Hamza yandaşları, Hamza yolundan gidenler anlamına gelen Hamzavi sözcüğünde de aynı yapısal durum oluşmuştur. Bu ses değişimi, türeme sürecinde benzer başka kelimelerde bol bol görülür: “Dünya”dan türetilen “dünye-vi, “bünye”den türetilen “bünye-vi”, “daire”den “dairevi”, “mana”dan “manevi” gibi...

Alevi sözcüğünün bu etimolojisini bilmeyenlerle Alevi kavramını çarpıtmak isteyenler, “Alevi”yi, “Alev” sözcüğüne bağlamak yanlışlığına düşmüşlerdir. Böylece de Alevi sözcüğüne, “Aleve, ateşe tapanlar” anlamını vermeye çabalamışlardır.

Bu oyuna başvuran iki kesim olmuştur. Birincileri, geçmişte Alevi düşmanlığını devam ettiren Sünni kesimden bazı yazarlar, sözde bilimadamlarıdır. Ne yazık ki sözlüklere, ansiklopedilere bile bu yakıştırma girmiştir.

Diğeri ise Aleviliğin Zerdüştlükten çıktığını iddia eden Kürt kökenli bazı angaje yazarlardır. Aleviliğin Kürt kültürünün ürünü olduğunu ileri süren Cemşit Bender ve benzerleri, tarihi gerçekleri güncel siyasal amaçlar uğruna değiştirmeye çabalamışlardır.

Aleviliği Kürtlere bağlamaya çalışanlar, giderek onun Hazreti Ali ile bile ilgisinin olmadığını iddia etmeye başladılar. Bu konuda, “Alisiz Alevilik” adlı (Faik Bulut) kitap yazıldı. Geçmişte Muaviye yönetimine ve zalim Abbasi halifelerine yaranmak için kitap yazan Sünni ulemanın eserlerini temel alan bu yazar, Hazreti Ali'yi karalamak için elinden geleni yapıyor. Amaç, Ali ile, İslamla Aleviliğin bağını kopartmak. Buna bağlı olarak da da Aleviliğin kökeninin “alev “ olabileceğini iddia ediyor. (Age, s. 433)

Bu anlayışa bir başka kanattan da destek gelmektedir. Türkiye'de, Aleviliğin Hazret-i Ali ile ve sonuçta da İslamiyet'le ilgisi olmadığını iddia edecek kadar politikleşmiş kişiler de ortaya çıkmıştır.

Bunlar, Alevi kitleyi dindışı bir çizgiye çekmeye çalışan grupçuklardır. Onlar da Aleviliğin Ali ile değil alev ile bağlantılı olduğunu iddia etmektedirler. “Alevilerin başı Kuran'a bağlıdır.” deyip bundan dönenler (Nejat Birdoğan) “Kızılbaşlığın İslamdışı özellikleri!”ni anlayamayıp “Alevilik İslamdışıdır”a dönüştürenler, bu gruptandır. Asıl amaçları dine karşı mücadele olan bu kişiler, sonuçta Alevileri karalamak için onları Aleve tapanlar gibi gösteren Sünni yobazlarla aynı kampta buluşmuş oldular.

Alevi Kavramı

Aleviliğin tanımı şimdiye değin akademik çevrelerde dıştan, genellikle de mezhep kaygısı güdülerek yapıldı. Popülist tanımlamalarda ise siyasi kaygılar şiddetle etkili oldu. Tanımın gerçekle bütünleşebilmesi için Alevilerin kendilerini nasıl ifade ettiklerinden yola çıkmak gerekir.

Aleviler, kendilerini yazılı kaynaklarında nasıl tanımlıyorlar? Bu sorunun cevabı, Alevi kavramının aydınlatılmasında en önemli ipucunu sunar.

Alevi yazılı kaynakları şunlardır:

1- BUYRUK'lar, 2- Sözlü kültürden yazılı kültüre aktarılan Alevi halk ozanlarının dinsel şiirleri 3- Menakıpnameler, 4- Vilayetnameler, 5- Cenknameler, 6- Tarihler –İslam Tarihi–

Bütün bu kaynaklar tarandığı zaman çıkan Alevilik tanımı şudur: Alevilik “MUHAMMET ALİ YOLU”dur.

Alevi yazılı kaynaklarının en önemlisi, bu mezhebin ilmihali olarak hazırlanan Buyruk'lardır. Anadolu'da ve Balkanlar'daki Aleviler arasında değişik yazmaları bulunan buyruklar, Aleviliği en yalın biçimde Muhammet-Ali Yolu olarak tanımlar. Bu tanım şiire, menakıpnamelere, vilayetnamelere bu biçimde yansır.

“Alevi” sözcüğü, tarih içinde daha çok “Ali evladından olanlar”ı yani “Seyyidler”i anlatmak için kullanılmıştır. Örneğin, Emevi yönetimine isyan eden Kufeliler için İbn Hallikan, Alevi diyor (İbn Kesir, c.10, s.63)

Harun Reşit, 782 yılında Ali soyundan gelen (Talibi) İbrahimoğlu Hasan'ı öldürtmek isterken Vezir Yakub'a, “Şurada bir Alevi var, onun hakkından gel!” diyor. (İbn Kesir, c.10, s.248)

833'te ölen Halife Memun, vasiyetinde, kardeşi Mutasım'a, “Alevilere iyi davran. İyilik yapanların iyiliğini kabul et, kötülük yapanları bağışla ve onlara maaş ver.” demişti (İbn Kesir, c.10, s. 473)

9. Yüzyıl'da Mazanderan'da Aleviler bulunduğu vurgulanırken, bunların Alevi vatandaşlar değil, Hazreti Ali soyundan gelenler olduğu anlaşılmakta idi. Eski tarih kaynaklarında bu sözcük genelde yukarıdaki anlamda kullanılıyordu.

Bu sözcük zaman içinde hem Ali evladından olanları hem de onlara bağlı kitleleri anlatmaya başladı.

Anadolu'daki Alevi kitleler için resmi Osmanlı kaynaklarında Alevi nitelemesi kullanılmıyordu. Çünkü, Alevi sözü, Ali'ye bağlı, onun yolunda giden anlamına geliyor, bu da onlara dinsel bir saygıyı zorunlu kılıyordu. Osmanlı Sünni yönetimi Alevi kitlenin ideolojik desteğini kırmak için Alevi nitelemesini kullanmazken Alevilerin temsilcileri bu sıfatı 16. Yüzyıl'da açık açık kullanıyorlardı. Örneğin Sivas'ta 1550'ler dolayında asılan Pir Sultan Abdal, bir şiirinde şöyle diyor: “Gidi Yezit bize Kızılbaş demiş/ Hüseyniyem Aleviyem ne dersin”

Şah İsmail'in askerlerinin 12 dilimli kızıl renkli külah takmaları yüzünden, Osmanlı, kızılbaş sözcüğünü bunlar için kullanıyordu. Anadolu'daki Aleviler de Şah İsmail'e sevgi duydukları için kızılbaş sözcüğü hakaret/kötüleme için kullanılmaya başlanmıştı. Pir Sultan Abdal, bu kötülemele karşı Alevi kitlenin tepkisini böyle ortaya koymaktadır.

Pir Sultan Abdal'dan bir yüzyıl sonra, Alevilerin Yedi Ulular diye andığı ozan kümesinde olan Kul Himmet, açık açık Alevi kimliğini dile getirir:

“Cümle bir mürşide demişler beli(evet)/ Tesbihleri (duaları) Allah-Muhammed-Ali/Meşrebi Hüseyni ismi Alevi/ Muhammet Ali'ye çıkar yolları.”

Aslında yukarıdaki dörtlükte Aleviliğin tanımı, felsefesi, ilkeleri, kaynağı ve duruş tarzı açıkça ortaya konmaktadır: Tanım: Muhammet Ali yolu. Felsefesi: El ele El Hakk'a ilkesinden (Hazreti Muhammet'e ilk Müslümanların yaptığı Hudaybiye biatinden –kabul ediş– ilham alarak) yola çıkarak bir öndere (mürşide) bağlılık ve Allah-Muhammet-Ali ilkesini temel almak. Kaynak: Muhammet-Ali: Hazreti Muhammet'in risaleti ve Ali'nin velayeti; bunların iç içeliği. Duruş tarzı: Hüseyince... Yani zalime baş eğmemek.

16. Yüzyıl'ın sonlarında yaşadığı sanılan Derviş Mehmet yine Kızılbaşlığı açıkça savunan ozanlardandır: “Gidi Yezit bize Kızılbaş demiş/ Bahçede açılan gül de kırmızı/ İncinme ey gönül ne derse desin/ Kuran'ı derc eden dil de kırmızı”

18. Yüzyıl'da Bolulu Dertli, Hüseyin aşkına ve Kerbela hatırına kendisini kesmiş ve kızılbaşlığını yiğitçe haykırmıştır. Kızılbaşlığa sahip çıkmak, bir onur ve bir duruş olarak Alevi kitle içinde saygınlık/hayranlık kazanma yolu olmuştur.

İran'daki Türkmenlerle çıkar çatışmasına girene kadar Osmanlı yönetimi Alevi kitleler için küfür ve hakaret içeren açıklamalar yapmıyordu. Çünkü bu kitle Gaziyan-ı Rum denilen Anadolu Gazileri'nin tabanını oluşturuyordu. Balkanların ele geçirilmesinde Gaziyan-ı Rum, örgütlü Osmanlı ordusundan daha etkili oluyordu. Çünkü, bu kesimin içinde yer alan Alevi babaları (dedeler) Hıristiyan ikliminde serbest felsefe ile İslam'ı yayıyor ve Balkanların yoksulları, ezilmişleri Kızılbaşlık kanalından Müslüman oluyordu.

Osmanlının kuruluş dönemlerinde, Anadolu'daki aşırı Alevi kitleleri anlatmak üzere “Işık taifesi” kullanılan terimlerden birisi idi. Bunun yanı sıra “Torlak”, “Abdal” “Kalender”, “Etrak”, “Terakime” gibi ifadeler de dikkat çekmektedir. “Etrak'in Türk'ün” çoğulu olduğu dikkate alınırsa, Alevilerle Türklerin bir zamanlar eşleştirildiği bile anlaşılır. Zaten, Osmanlı Devleti'nde Alevilere karşı kıyım hareketi başlatıldığında, saraydaki devlet adamları ve aydınlar, Anadolu'daki Türk nüfusu, “Etrak-i bi idrak: İdraksiz, akılsız Türkler” diye aşağılıyordu. 16. Yüzyıl'a doğru bu kesimleri anlatmak için “Rafızi (Sapkın)” terimi kullanılmaya başlanmıştı. Saray alimlerince, dinsizleri anlatmak için kullanılan “mülhid” sözcüğünün hedefi de genelde Alevilerdi.

Daha sonra devreye kızılbaş nitelemesi girdi ve Rafızi veya mülhidle anlatımın keskinleştirilmesi gereken yerlerde devletin tarihçileri bu terimi kullanmaya başladılar.

Rafızi (Alevi)

Tarih ve sosyoloji açısından baktığımızda Alevi teriminin İslamiçi bir anlatım yolu olduğu ortaya çıkmaktadır.

Sünni kesimin yazdığı tarihler, mezhep kitapları, Alevi kesimin bu konuda yazdığı kitaplar, Avrupalı araştırmacıların yaptığı çalışmalar ve yorumlar hep bu açıdandır. Ne acıdır ki günümüz Türkiyesinde, kendilerini Alevi gösteren kimi yazarlar, Alevilik için “dindışı, İslam dışı” dediler. Böylece de Alevilere dinsiz diyen şeriatçı/yobaz kesime koz verdiler, onlarla aynı safta buluştular.

Halbuki geçmişte yazılmış tarihler, mezhep kitapları, Aleviliğin ne olduğunu az çok ortaya koymuştur.

Sünni din adamları ve yazarları, en eski zamanlardan beri Aleviliği incelemiş ve bunu kitaplaştırmışlardır.

Bu çalışmalarda Aleviler ya Şii ya da Rafızi olarak gösterilmişlerdir. Koyu Sünni tarihçiler, “sapkın” anlamına geldiği için Rafızi terimini yeğlediler. Şia’yı; Bağdadi, Razi, Nesefi gibi yazarlar Rafızi diye tanımlar. Bu anlayışta olup 1037'de ölen Ebu Mansur Abdulkaahir el-Bağdadi, Ravafız bölümünde, Alevileri Rafızi (sapık) mezhep olarak kabul eder ama İslam içinde inceler. Bu Sünni yazar o zaman Alevilerin Zeydiyye, Keysaniyye, İmamiyye olmak üzere üç kolu bulunduğunu belirtir ve bunların alt basamaklarını da inceler (Bak: Mezhepler Arasındaki Farklar, s.26 vd.) El-Bağdadi'den çok daha önce de bu konular mezhep kitaplarına bu biçimde girmiştir.

En aşırı Alevi düşmanı Sünni ulema bile Alevilerin alevle veya başka bir dinle ilgisi olduğunu ileri sürmez. Gel gör ki günümüzde İslam veya din düşmanlığını Alevileri kullanarak yaşama geçirmek isteyenler, tarihsel ve toplumsal gerçeği görmezden gelmeye devam ediyorlar.

Caferilik

Aleviler, yazılı kaynak bırakmamaya özen göstermiştir. Bunun sebebi de bu kaynakların “suç nedeni” sayılmasıdır. Osmanlı Devleti zamanında tespit edilenlerin gizli veya açık olarak katledildiği için, bu insanların Alevi olduklarını belli edecek deliller bırakmamaya özen göstermesi normaldir. Buna karşın sözlü gelenek çok güçlüdür. Sözlü gelenekte Aleviliği en iyi anlatan yer, cem törenleridir. Alevilerin sanatsal ibadet biçimi olan cemde, Alevilik, tıpkı Buyruk’larda anlatıldığı gibi Muhammet Ali yolu olarak anlatılır. İslam dininin kurucusu Hazret-i Muhammet ile onun Ehlibeyt'ini (Ailesini) oluşturan Hazreti Ali ve evladı, bu inançta temeldir.

Alevi kitle, Sünni çoğunluk karşısında kendisini, Caferi olarak adlandırmıştır. Bu Caferilik, günümüzdeki İran Şiası doğrultusunda kurgulanmış olan Caferilik ile pek ilintili değildir. Ortak yanlar sadece Ehlibeyt sevgisi ve saygısıdır. Aleviler, Sünni kesimin kendilerini geçmişteki bazı din bilginlerine bağlı olarak “Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli” olarak adlandırdıklarını görünce, onlar da kendilerine imam olarak İmam Cafer-i Sadık'ı temel almışlardır.

İmam Cafer-i Sadık, 765'de hakk’a yürüyen büyük bir düşünürdür. O, Hanefi mezhebinin kurucusu sayılan Ebu Azam'a da hocalık yapmıştır. İşte onun adı, Alevilere mezhep kurucusu adı olmuştur. Caferilik, de sonuçta Ehlibeyt'e bağlanan sembolik bir isim olmuştur.

Bir Alevi, mezhep açısından kendisini anlatmak isterse, “Caferiyim!” diyebilir. Yakın zamanlara kadar köylerdeki Aleviler, Sünnilere karşı kendilerini böyle anlatıyorlardı.

Bu durumu 1920'lerde Besim Atalay saptamıştı. Bektaşilik ve Edebiyatı adlı araştırmasında (İlk yayını 1924) şöyle diyor: “Gerçekte Anadolu Bektaşileri (Aleviler) caferi Mezhebinden olduklarını açıktan açığa söylerler. Mezhepte Caferi, tarikatte Bektaşi ve Alevi bulunduklarını itiraf ederler. (Ant Yay. s.13)”

Alevi kitlenin kendisini Caferi kabul ettiğini, Alevi-Bektaşi ozanları en açık biçimde dile getirmişlerdir.

Alevi kitlenin Türkçe ettiği dualarda da Alevilik, “Muhammet-Ali Yolu” olarak dile getirilir ve “Allah bizi Muhammet-Ali yolundan ayırmasın!” denilir.

İmam Cafer Buyruğu

Türkiye'de Caferilik kurallarını içeren İmam Cafer Buyrukları yayınlanmıştır. Bunlar Caferiliğin ilmihali gibi düzenlenmişlerdir. İmam Cafer Buyruğu adını taşıyan kitapların piyasada bulunanları, genelde Şii İran kaynaklıdır.

Anadolu Alevisinin kullandığı buyruklar, yazmalar halinde dedelerde ve köyün ileri gelen bir iki ailesinde bulunabiliyordu.

Bu buyruklar, Şah İsmail Hatayi'nin şiirlerinde anlatılan Alevi/Kızılbaş ilkelerinin halk diliyle yazılmasından oluşuyordu.

İlk kaynağı 15. Yüzyılın ortalarına kadar giden buyruklara 20. Yüzyıl'a kadar sürekli eklemeler yapıldı. Bu eklemelerle buyruk zenginleşti ama bazı yersiz bilgiler, bölümler de girdi. Bu anlamda buyrukların bugün ayıklanması kaçınılmazdır.

Buyrukları ilk kez günümüz alfabesi ile Sefer Aytekin yayımladı. 1982'de asistan Fuat Bozkurt (Sivas'taki Şah İbrahim Ocağı dedelerinden) dili sadeleştirerek bastırdı.

Mehmet Yaman'ın basıma hazırladığı Erdebilli Şeyh Safi ve Buyruğu adlı çalışma ile Hakkı Saygı tarafından yayımlanan “ŞEYH SAFİ BUYRUĞU ve Rumeli Babagan (Bektaşi) Erkanları” adlı çalışma bu türün ilginç örneklerindendir.

Buyruklar sadece Türkiye'de değil bütün Balkanlarda kullanılmıştır. Bugün bile Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya, Bosna, Arnavutluk gibi ülkelerdeki Alevi kitlenin elinde bölgelere azçok uyarlanmış buyruklar bulunmaktadır.

Anadolu Alevisi'nin buyrukları, Anadolu'da ve Balkanlar'da hatta Ege Adalarında oluşan bir İslami muhalefet sentezidir. Bu sentezin içinde büyük dinlerin tümünden insani öğeler yer alır ama bunlar ulusal özle kaynaştırılarak eritilir. Olumlu her öğeyi gönül rahatlığı ile benimseyen bu yaklaşım nedeniyle Anadolu Aleviliği insancıl/dünyacıl/doğasal bir yapı kazanmıştır.

Kırsal Kesimde Yayılan Bir Mezhep

Aleviliğin geçmişine baktığımızda, Sünni teolojiyi çok geride bırakan çözümlemelerden sonra bir felsefi doku oluşturduğunu saptıyoruz. İslam dininin yorumlanışına derinlik katan, Kuran'ın Batıni anlamını öne çıkartan bu felsefe, geniş kitlelerce anlaşılamadığı için azınlıkta kalan grupların daha fazla ilgisini çekmiştir. Alevilik, ideolojik kaynağını İslam'ın “eşitlikçi, adaletçi, yoksuldan yana, zulme karşı, barışçı, yumuşak” dokusundan almıştır. Bu doku, İslam'ın ortaya çıkış sürecindeki temel dokudur.

Bizans İmparatoru Herakl, Suriye'de Gazze'de aralarında Ebu Süfyan'ın da bulunduğu bazı Arapları çağırır ve onlarla Hazreti Muhammet üzerine konuşur. Sorularından birisi şudur: “Ona ilkin kimler iman etti?”

Bu soruya Ebu Süfyan şu çok belirleyici cevabı verir: “Zayıflar, miskinler, gençler ve kadınlar tabisi oldu. Yaşlı ve kavminden şeref sahibi olan kimse ona inanmadı” (Buhari, C.V, s.585)'
canlar43
canlar43
Admin

Mesaj Sayısı : 263
Kayıt tarihi : 04/01/08
Yaş : 50

https://canlar43.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz