CANLAR43
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Alevi sözcügünün etimolijisi(5)

Aşağa gitmek

Alevi sözcügünün etimolijisi(5) Empty Alevi sözcügünün etimolijisi(5)

Mesaj  canlar43 Paz Ocak 13, 2008 12:48 pm

Almanya'da Türkiye'den farklı olarak PKK yandaşlarının kurduğu Kürdistan Aleviler Birliği diye bir örgütlenme daha vardır. PKK'liler 1990'larda Alevilerin çalışmalarını şiddetle engellemeye çalıştılar ama başaramayınca kendileri bir örgüt kurdular.

Bu örgütlenmenin Alevileri temsil etme şansı bulunmamaktadır.

Devletin Tavrı

Türkiye Cumhuriyeti hâlâ Türkiye'de Alevi varlığını kabul etmemektedir. 1989'da hazırladığımız Alevilik Bildirgesi'nin ilk maddesini bu yüzden, “Türkiye'de Alevi denilen bir grup Müslüman yaşamaktadır.” biçiminde düzenlemiştik.

Bu cümle, yüzyıllardır varlığı bilinen ama resmiyette kabul edilmeyen Alevi toplumunun bir haykırışıdır. Sanatçısından siyasetçisine, işadamından sendikacısına, bilimadamından yazarına kadar Türkiye'nin entelektüel gücünün kabul ettiği bu gerçeği devletin kabul etmeye yanaşmaması, Alevi olgusunun niteliğini ve değişimini bürokrasinin kavramadığını göstermektedir.

Bu görmezden gelişte, cumhuriyet rejiminin hâlâ kendisini güvende hissetmemesinin etkisi de vardır. “Her yerden tehlike geliyor, herkes bize düşman!” şartlanması, devletin temel savunma gücünü bile tehlike olarak gösterebilmektedir.

Cumhuriyet ideallerine en sıkı biçimde bağlı olan Alevilerin bu rejim için potansiyel tehlike kabul edilmesi, içbarışın zedelenmesine yol açan ciddi nedenlerden birisidir.

Bu yanlış ilişkide devletin Alevi politikasının siyasi rüzgârlara bağlı olarak değişmesi de vardır. 1998 yılından başlamak üzere, hükümetler bütçeden Alevi derneklerine pay ayırmaktadırlar. Bu sembolik rakamlar, Alevi varlığını kabul edişin işaretleridir.

Gel gör ki potansiyel tehlike olarak görülen bu kitlenin dinsel/kültürel amaçlarla dernek kurmasına izin verilmemektedir. Türkiye'de bir derneğin adında “Alevi” sözünün geçemeyeceği, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 13 Şubat (2002)’ta verdiği bir kararla ortaya konulmuştur.

Ne Kadar Alevi Var?

Alevilerle ilgili sayım yapılmamış olsa bile bunların Türkiye'de önemli bir nüfus olduklarını tarihi bilgiler ortaya koyuyor. Osmanlı Devleti'nin 1567 tarihli gizli bir belgesine göre, o zamanki Anadolu nüfusunun kırlardaki kesiminin çoğu Alevidir. (Bu belgeler, kitabın Osmanlı Döneminde Alevi Başkaldırıları bölümündedir.)

Aynı biçimde Mustafa Kemal Paşa 26 Haziran'da Tokat'tan Konya Ordu Komutanlığı'na çektiği telgrafta, Tokat ve Amasya halkının büyük bölümünün Alevi olduğunu, bunların Kurtuluş Savaşı'na kazanılması için Hacı Bektaş’taki Bektaşi dedesi ile (Çelebi) ilişki kurmak gerektiğini belirtir.

1913'te Türkiye'ye gelen ve daha sonra “Bektaşilik Tarihi” adlı ciddi bir kitap yayımlayan John Kingsley Birge'in, Alevi-Bektaşi nüfusu ile ilgili verdiği bilgilerden (Sayfa 12-13) çıkanlar özetle öyleydi: Bektaşiler, 1826'dan önceki sayılarını yedi milyon olarak hesaplarlar. 1933'te, imparatorluk döneminde Kızılbaşlar hariç yedi buçuk milyon Bektaşi yaşadığı ileri sürülür.

1668'de batılı gözlemci Paul Rycaut, İstanbul'da edindiği bilgilere dayanarak İmparatorlukta, Hacı Bektaş'ın milyonlarca taraftarının olduğunu, bunları yok etmenin imkansız bulunduğunu yazar.

Besim Atalay 1924'te o zamanki Kızılbaş nüfusu 1,5 –bir buçuk– milyon civarında gösteriyor. Birge bu rakamı “herhangi bir gözlemcinin verdiği en küçük rakam” olarak niteliyor. Bu sayıya doğudaki Aleviler dahil değildir. Geçmişe ilişkin bu rakamlar, Türkiye'de bugün 70 milyonu bulan genel nüfus içinde Alevilerin 15 milyonluk kitle oluşturduklarını kanıtlayabilir. Türkiye'deki Alevi nüfusu şu gruplar oluşturmaktadır:

1- Anadolu Alevileri: Bunlar ana kütledir. Sayıları en az 12 milyonu bulmaktadır. Bunlar, Balkanlardan tutun da Adıyaman'a kadar uzanan coğrafyada, ocaklara ayrılarak yaşayan Türk kökenli Alevilerdir.

2- Nusayriler: Bunların içyapısı da Anadolu Alevilerine benzer. İçedönük ve Ehlibeyt bağımlısı Nusayriler yoğun olarak Hatay, Adana, Mersin illerimizde yaşamaktadırlar. Büyük kentlerde de bulunan Nusayrilerin nüfusu iki buçuk milyon dolaylarındadır. Bunlar çoğunlukla Arap kökenli Alevilerdir.

3- Azeri Caferiler: Yoğun olarak Kars ve Iğdır ile İstanbul ve İzmir'de bulunuyorlar. Türk kökenli bu Caferiler, ibadette İran Şiası'na benzerler. Nüfuslarının 500 bin dolaylarında olduğu sanılıyor.

4- Dedebabacı Bektaşiler: Bunlar kentlerde yaşayan Bektaşi tarikatine bağlı Alevilerdir. Nüfuslarının 50 bini bulduğu sanılıyor. Bunlar daha çok bürokratlar ve kent esnafı arasında yayılmışlardır.

Çoğunluk Baskısı

Bu kadar fazla olan ve ülkenin her yanında yaşayan Alevilerin varlığını, cumhuriyet resmen kabul etmiş değildir. Bu görmezden gelme, cumhuriyet bürokrasisinin Sünni karakterini ve Osmanlı zihniyetini gösteren ilginç bir tavırdır. Osmanlı Devleti yıkılmış ama onun Alevilerle ilgili tavrı, yumuşatılarak cumhuriyet’te de sürdürülmüştür. Bu durum Alevi toplumu içinde değişik sıkıntıların doğmasına yol açmaktadır. Sosyologların tespiti şu yöndedir:

“Sünni Çoğunluk (Büyük Toplum) Alevi-Bektaşi Sektizmini (Küçük Toplum) denetim altına almıştır. Büyük Toplum Karşısında güçsüz ve zayıf düşen Küçük Toplum daha fazla yara almamak, kimliklerini yitirmemek nedeniyle içe dönüş süreci başlatmış, adeta gizli cemaatler haline dönüşmüşlerdir”

“Büyük Toplum'un itmesi, merkez olarak çevreye şüpheci yaklaşması, otokton felsefenin onarımına gitmeyişi, sosyal çözüm yollarını aramaması, köklerden ayrılan her türlü sapmaları çözümlemeyi entegrime dönüştürmesi ile Alevi olgusu dışlanmıştır (Orhan Türkdoğan: Alevi Bektaşi Kimliği, s.525)”

Prof. Türkdoğan'ın yukarıdaki saptamaları, fevkalade isabetli olmasına karşın, eskiden iyi olan bir durumun sonradan bozulduğu yorumuna da açık olduğundan eksik kalmaktadır. Türkiye'de devletin Büyük Toplum adına bu yaklaşımı, Osmanlı'dan beri devam eden durumun cumhuriyete uyarlanmasından öte bir şey olmamıştır.

Alevilerin günümüzde siyasal nedenlerle parçalanmış olmaları devletin işine gelmektedir. 55. Hükümet'in Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit'in, kendisinden Aleviler için talepte bulunan bir gruba, 1997'de, “Siz önce birleşin de bize –devlete– öyle gelin” demesi, Alevilerin bu pozisyonlarının onların haklı isteklerini reddetmede ne kadar kötü bir sebep yarattığını ortaya koymaya yeter.

Devlet, bugün Alevilerin güçlü ve birleşik bir cemaat haline gelmesini engelleyecek her türlü önleme izin vermektedir.

Devlet bu redci ve tekçi (Sünni) anlayışını inatla sürdürürken Aleviler, kendi varlıklarını resmileştirmeye çalışıyorlar. Din derslerinin kaldırılması, kaldırılmaz ise Aleviliğin de okullarda okutulması –ki, bu durum Sünni çoğunluktaki olumsuz şartlanmaların kırılması için çok önemlidir– Diyanet İşleri'ne bütçeden pay ayrıldığına göre Alevilere de nüfusları oranında pay ayrılması, devlet televizyonlarında Sünnilik kadar Aleviliğin de tanıtılması, Diyanet İşleri’nin kaldırılması, din derslerinin zorunlu olmaktan çıkartılması gibi istekler resmileşme girişimlerinin uzantılarıdır. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in her yıl Hacıbektaş'ta konuşmasına karşın, devletin bu toplumu hâlâ görmezden gelmesi, resmi anlayışın ne kadar tekelci olduğunu gösteren acı bir örnektir.

Bütün bu redci tavrına karşın, devlet, Alevileri işine geldiğinde kendi değerlerinin bekçiliğine soyundurmaktadır. Türkiye'de radikal dinciliğin hortladığı dönemlerde, “Laikliğin güvencesi Aleviliktir” sözünün sebebi budur. Devletle barışmak isteyen Aleviler bu cümleyi gururla söylerken fedai gibi kullanılmak istenildiğinin geçmişte farkına bile varamıyordu. Zahmette eşit, nimette dışlanan Alevi, bunun farkına varmak üzeredir.

Öte yandan, Alevi toplumu günümüzde, resmi ayrımcılık yüzünden devletin yönetim kadrosundan dışlandığına inanmaktadır.

Sünni Çoğunlukla İlişkiler

Şehirlerdeki Alevilerin en büyük sıkıntılarından birisi de Sünni çoğunluğun Alevilere yönelik suçlayan/karalayan/ aşağılayan önyargılarıdır.

Şehirleşme ile birlikte kentlerdeki Aleviliğin pozisyonu “Şehir Aleviliği” diyebileceğimiz yepyeni bir durumu dayattı. Köylerde çoğunluğu oluşturan homojen Alevi yapı, kentlerde azınlığa düşüp yine gizlendi.

Bu arada, eğitim kurumlarının tekçi ve suçlayıcı yapısı sürüyordu. Sünni halkın kafasında Alevilere karşı Osmanlılar zamanında ulemanın ve hocaların oluşturduğu olumsuz yargılar yaşıyordu.

Günümüzde bile bu durumun şiddetle yaşandığını anketler ortaya koyuyor. Üniversite öğrencileri arasında yapılan bir anket durumun ne kadar acı olduğunu gösteriyor. “Alevilerin mum söndü yaptığına inanıyor musunuz” biçimindeki bir soruya üniversite öğrencilerinin yüzde 50'si “Evet” cevabı veriyor. (Orhan Türkdoğan, Alevi Bektaşi Kimliği, s.356.)

Bu anketten çıkan sonuçlara göre Sünni okumuş gençliğin Alevilerle ilgili kalıp yargılardan bazıları şunlar:

*Mum söndürürler. *Seyyitleri veya ahundları istediği hanımı yanlarına alabilir. *Dinde ikilik çıkarırlar. *Namaz kılmazlar, içki içerler. *Gusül aptesti almazlar. *Camiye gitmezler. *İçlerine kapalı ve gizli yaşarlar. *Ensest yaparlar (Cinsel ilişkide serbestlik). *Ahlaksızdırlar. *Pistirler. *Materyalisttirler. *Bir Hıristiyandan çok daha güç Müslümanlığı kabul ederler. (Adı geçen eser, s.356)

Bu kalıplaşmış yargılar eskilerde üretilip kitlelere aktarılmış, kabul ettirilmiştir. Onlardan da kuşaktan kuşağa geçmiş, bugünlere gelmiştir. Yüksek öğretimdeki Sünni gençlik böyle düşünüyor ise sıradan Sünni vatandaşın Aleviler hakkında neler düşündüğü Alevi kitle için elbette yaralayıcıdır.

Böyle bir baskı karşısında gizlenen şehirdeki Aleviler kendi yollarının kurallarını unuttular. Dedelik, taliplik ilişkisi hemen hemen bitti. Müsahiplik( kardeşlik) düzeni yok oldu. Görgü (cem) yapılamaz oldu. Dergahı kapatılan, sivil kurumları ve eğitim kurumları bulunmayan Alevilik neredeyse nostalji haline geldi.

Ama Alevilik “Ehlibeyt sevgisinden can alan” bir kalp çarpıntısı olarak derinlerde duruyordu. Ayrıca, Aleviliğin yarattığı insan ilişkileri ve genel kültür, ailelerde, içeride az çok devam ediyordu.

Kentlerde çaresiz kalmanın yarattığı bunalım da Alevileri kendi dinsel kimliklerine hiç değilse zihinsel-duygusal olarak bağlı kalmaya itmişti. Bütün olumsuz şartlara karşın, yaşam tarzındaki farkılık, Ehlibeyt muhabbeti ve kendi inancına bağlılık, yaşanan demokratikleşmeye ve küreselleşmeye parelel olarak Aleviliğin yeniden canlanmasına sebep oldu.

Şimdi, bu olguyu Sünni çoğunlukla paylaşma süreci başlatılmalıdır.

Ama Sünni halkımız Alevilere karşı hâlâ olumsuz yargılarla doludur. Mum söndü yaparlar, kestikleri yenmez, evlerine gidilmez, kız alınıp verilmez gibi yaklaşımlar ne yazık ki günümüzde de yaşıyor.

Bu yanlış yargıların giderilmesi ancak eğitim kurumlarında Aleviliğin ders olarak okutulması ile mümkündür. Yine hiç değilse devletin iletişim organlarından Aleviler de yararlanmalı ve kendilerini anlatmalıdırlar.

Bunun dışında Diyanet İşleri Başkanlığı artık, Alevi gerçeğini kabul edip camilerde Aleviliği tanıtan merkezi vaazlar verdirmelidir.


canlar43
canlar43
Admin

Mesaj Sayısı : 263
Kayıt tarihi : 04/01/08
Yaş : 50

https://canlar43.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz