Alevi sözcügünün etimolijisi(2)
1 sayfadaki 1 sayfası
Alevi sözcügünün etimolijisi(2)
İşte Aleviliğin bütün temeli, başlangıçtaki bu ezilen kesime dayanan İslam anlayışı olmuştur. Bütün tarih boyunca da ezilenlerin bilinçli kanadı İslam'a bu kapıdan (Alevilik) girmiştir. Bu yüzden İslam ülkelerinde Alevilik yoksul katmanların mezhebi haline gelmiştir. Bu özelliği ile yönetim kesimine tepkinin de potansiyel gücü haline dönüşen Alevilik egemen mezhep tarafından reddedilmiş ve “batıl” sayılmıştır.
Yeraltına itilen Alevilik böylece varlığını Sünni karşıtlığı üzerine bina etmek zorunda kalmıştır.
Anadolu'ya Türkistan-Horasan-İran üzerinden gelen Alevi İslam, bu topraklarda İsna-i Aşeriye (12 İmamcı) kol olarak yaşamış ama 7 İmamcı Alevilikten (İsmailiye) de felsefi anlamda kuvvetle etkilenmiştir.
Anadolu'da Aleviler, özellikle Erdebil Tekkesi'nin (Safiyüddin-i Erdebili Yolu) etkisinde kalmışlardır. Anadolu Alevisinin üzerinde Hacı Bektaş Veli'nin ve Bektaşiliğin etkisi, sanılanın aksine azdır. Hacı Bektaş Ocağı da Anadolu'daki ocaklardan yalnızca birisidir ama bağlılarının sayısı herhangi bir ocaktan biraz daha fazladır. Aleviliğin devlet katında illegal olması, Bektaşiliğin yarı resmi hale gelmesiyle Bektaşi Çelebilerinin önemi artınca talip sayıları da artmıştır.
Anadolu'da Aleviliğin şekillenmesinde belirleyici olan Erdebil tekkesi (Şah Safi Tekkesi –Aleviler’de şeyh terimi kullanılmaz, din büyükleri manevi dünyanın padişahı kabul edildiğinden onlara şah denir.) Alevi ibadetinin temelini oluşturan cemin kurallarını da kesin olarak belirlemiştir. Cemle ilgili terimlerin Şah İsmail'in (Şah Hatayi) şiirlerinde ilk kez net biçimde ortaya çıkmasının sebebi de budur.
Erdebil Tekkesi önderi Şah İsmail'in İran'da bir Türk devleti kurması ve bu işi de Türk boylarına dayanarak yapması üzerine Anadolu Türkü, yüzünü İran'a çevirmiş, Osmanlı Türkü ile İran Safevi Türkü'nün siyasal rekabeti sonucunda Anadolu'daki Aleviler tarihte eşi az görülen katliama uğramıştır. Bu katliamların fetvasını İbn Kemal, Müfti Hamza, Ebussuud Efendi gibi din adamları vermişler ve Alevileri mülhid ilan ederek öldürülmelerini istemişlerdir. İllerdeki Aleviler önce defterlere kaydedilmiş, sonra da bu listede bulunanlar öldürülmüş, o defterler de dürülüp yırtılmıştır. Defterini dürmek terimi, Alevi katliamlarının bir acı hatırası olarak dilimizde hâlâ yaşamaktadır.
Özel Köyler
Bu fetvaların yarattığı kırım sonucu Aleviler kendilerini sıkı biçimde gizlemeye başlamıştır. Bu gizleme, kırsal bölgelerde Alevilerden oluşan köylerin doğmasıyla sonuçlandı. Kitlesi tümden Alevi olan bu uzak yerleşim alanları, güç koşullarda yaşama savaşının verildiği birer komünal birim haline geldiler. Bu köylerde, hemen hemen Peygamber Hz. Muhammet'in hayal ettiği bir yaşama biçimi oluşturuldu.
Dışa kapalı olan bu yaşama biçiminde önderlik Alevi dedelerindeydi. Dedeler, köyde Ehlibeyt'in yaşayan örnekleri olarak adaletin sağlanmasında, sosyal dayanışmanın kurulmasında, yardımlaşmada hakem ve yargıç rolünü üstlendiler. Müsahiplik sistemi ile zorunlu kardeşlik sistemi getirildi. Böylece Medine'de kardeş olan Muhammet ile Ali'nin tavrı, Anadolu Alevisini bir arada tutan örnek oldu.
Bu yaşantı, kesinlikle Kuran'dan onay alan bir yaşantıydı. Aleviler geçmişte kendilerini, “Gerçek Müslüman biziz” cümlesiyle anlatmışlardır. Bugün güncel kaygılarla veya Sünniliğe tepki olsun diye İslamla Sünniliği eş gören bilimdışı bakış nedeniyle Aleviliğin İslam'a ve dolayısıyla Kuran'a bağlı olmadığı iddiası bir bohem grupçuğun iddiası olmaktan öteye gidememektedir.
Bu iddiaların kaynakları da oryantalistlerdir.
Aleviliğin Dört Direği
Hazreti Ali'nin yaşam biçimine ve düşüncelerine bağlanarak Hazreti Muhammed'e uzanan Aleviliğe etki eden diğer İslami öğeler, dört büyük kişiden kaynaklanmıştır. Bunlar, AnadoluAlevilerince “dar” makamı kabul edilmişlerdir. Dar, Allah'ın huzurunda durmak, candan geçmek demektir.
Adına dara durulan bu dört kişiden birincisi Hallac-ı Mansur'dur. Mansur, Maliki Kadısı’nın verdiği fetva ile derisi yüzülerek şehid edilmiş büyük bir sufidir. Asıl adı Hüseyin olan ve 921 yılında Bağdat'ta can veren Mansur darında ayakta iken sağ el kalbin üzerinde sol el yandadır.
Anadolu Alevileri’nin dara durdukları diğer isim ise Fazlullah-ı Hurufi'dir. 1394 yılında İran'da Alınca Kenti'nde Timur tarafından astırılan Fazlullah adına Fazlı darına durulur. Bu darda sağ el karın üstünde eğilmek gerekir.
Üçüncü dar ise Nesimi darıdır. Nesimi 1417 yılında Haleb'de derisi yüzülerek şehit edilmiş bir Alevi dedesi idi. Bu büyük ozan adına yapılan dar ise, diz üstü oturup elleri diz üzerine bırakmak biçimindedir.
Dördüncü dar ise Ehlibeyt'in annesi Fatıma adına yapılır. Ayakta, sağ ayak başparmağı, sol ayak başparmağının üzerine gelecek biçimde bir saygı duruşudur. (Bak: Şinasi Koç, Allah İnsanlardan Ne İstiyor, s. 109 vd.)
Yeraltına itilen Alevilik böylece varlığını Sünni karşıtlığı üzerine bina etmek zorunda kalmıştır.
Anadolu'ya Türkistan-Horasan-İran üzerinden gelen Alevi İslam, bu topraklarda İsna-i Aşeriye (12 İmamcı) kol olarak yaşamış ama 7 İmamcı Alevilikten (İsmailiye) de felsefi anlamda kuvvetle etkilenmiştir.
Anadolu'da Aleviler, özellikle Erdebil Tekkesi'nin (Safiyüddin-i Erdebili Yolu) etkisinde kalmışlardır. Anadolu Alevisinin üzerinde Hacı Bektaş Veli'nin ve Bektaşiliğin etkisi, sanılanın aksine azdır. Hacı Bektaş Ocağı da Anadolu'daki ocaklardan yalnızca birisidir ama bağlılarının sayısı herhangi bir ocaktan biraz daha fazladır. Aleviliğin devlet katında illegal olması, Bektaşiliğin yarı resmi hale gelmesiyle Bektaşi Çelebilerinin önemi artınca talip sayıları da artmıştır.
Anadolu'da Aleviliğin şekillenmesinde belirleyici olan Erdebil tekkesi (Şah Safi Tekkesi –Aleviler’de şeyh terimi kullanılmaz, din büyükleri manevi dünyanın padişahı kabul edildiğinden onlara şah denir.) Alevi ibadetinin temelini oluşturan cemin kurallarını da kesin olarak belirlemiştir. Cemle ilgili terimlerin Şah İsmail'in (Şah Hatayi) şiirlerinde ilk kez net biçimde ortaya çıkmasının sebebi de budur.
Erdebil Tekkesi önderi Şah İsmail'in İran'da bir Türk devleti kurması ve bu işi de Türk boylarına dayanarak yapması üzerine Anadolu Türkü, yüzünü İran'a çevirmiş, Osmanlı Türkü ile İran Safevi Türkü'nün siyasal rekabeti sonucunda Anadolu'daki Aleviler tarihte eşi az görülen katliama uğramıştır. Bu katliamların fetvasını İbn Kemal, Müfti Hamza, Ebussuud Efendi gibi din adamları vermişler ve Alevileri mülhid ilan ederek öldürülmelerini istemişlerdir. İllerdeki Aleviler önce defterlere kaydedilmiş, sonra da bu listede bulunanlar öldürülmüş, o defterler de dürülüp yırtılmıştır. Defterini dürmek terimi, Alevi katliamlarının bir acı hatırası olarak dilimizde hâlâ yaşamaktadır.
Özel Köyler
Bu fetvaların yarattığı kırım sonucu Aleviler kendilerini sıkı biçimde gizlemeye başlamıştır. Bu gizleme, kırsal bölgelerde Alevilerden oluşan köylerin doğmasıyla sonuçlandı. Kitlesi tümden Alevi olan bu uzak yerleşim alanları, güç koşullarda yaşama savaşının verildiği birer komünal birim haline geldiler. Bu köylerde, hemen hemen Peygamber Hz. Muhammet'in hayal ettiği bir yaşama biçimi oluşturuldu.
Dışa kapalı olan bu yaşama biçiminde önderlik Alevi dedelerindeydi. Dedeler, köyde Ehlibeyt'in yaşayan örnekleri olarak adaletin sağlanmasında, sosyal dayanışmanın kurulmasında, yardımlaşmada hakem ve yargıç rolünü üstlendiler. Müsahiplik sistemi ile zorunlu kardeşlik sistemi getirildi. Böylece Medine'de kardeş olan Muhammet ile Ali'nin tavrı, Anadolu Alevisini bir arada tutan örnek oldu.
Bu yaşantı, kesinlikle Kuran'dan onay alan bir yaşantıydı. Aleviler geçmişte kendilerini, “Gerçek Müslüman biziz” cümlesiyle anlatmışlardır. Bugün güncel kaygılarla veya Sünniliğe tepki olsun diye İslamla Sünniliği eş gören bilimdışı bakış nedeniyle Aleviliğin İslam'a ve dolayısıyla Kuran'a bağlı olmadığı iddiası bir bohem grupçuğun iddiası olmaktan öteye gidememektedir.
Bu iddiaların kaynakları da oryantalistlerdir.
Aleviliğin Dört Direği
Hazreti Ali'nin yaşam biçimine ve düşüncelerine bağlanarak Hazreti Muhammed'e uzanan Aleviliğe etki eden diğer İslami öğeler, dört büyük kişiden kaynaklanmıştır. Bunlar, AnadoluAlevilerince “dar” makamı kabul edilmişlerdir. Dar, Allah'ın huzurunda durmak, candan geçmek demektir.
Adına dara durulan bu dört kişiden birincisi Hallac-ı Mansur'dur. Mansur, Maliki Kadısı’nın verdiği fetva ile derisi yüzülerek şehid edilmiş büyük bir sufidir. Asıl adı Hüseyin olan ve 921 yılında Bağdat'ta can veren Mansur darında ayakta iken sağ el kalbin üzerinde sol el yandadır.
Anadolu Alevileri’nin dara durdukları diğer isim ise Fazlullah-ı Hurufi'dir. 1394 yılında İran'da Alınca Kenti'nde Timur tarafından astırılan Fazlullah adına Fazlı darına durulur. Bu darda sağ el karın üstünde eğilmek gerekir.
Üçüncü dar ise Nesimi darıdır. Nesimi 1417 yılında Haleb'de derisi yüzülerek şehit edilmiş bir Alevi dedesi idi. Bu büyük ozan adına yapılan dar ise, diz üstü oturup elleri diz üzerine bırakmak biçimindedir.
Dördüncü dar ise Ehlibeyt'in annesi Fatıma adına yapılır. Ayakta, sağ ayak başparmağı, sol ayak başparmağının üzerine gelecek biçimde bir saygı duruşudur. (Bak: Şinasi Koç, Allah İnsanlardan Ne İstiyor, s. 109 vd.)
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz