CANLAR43
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HÜNKÂR HACI BEKTAŞ VELİ'NİN HAYATI(2)

Aşağa gitmek

HÜNKÂR HACI BEKTAŞ VELİ'NİN HAYATI(2) Empty HÜNKÂR HACI BEKTAŞ VELİ'NİN HAYATI(2)

Mesaj  canlar43 Perş. Ocak 17, 2008 12:17 pm

Hacı Bektaş Velî’nin, hoşgörü ve insan sevgisine dayalı düşünce sistemi; kısa bir sürede Hıristiyanlığın büyük bir merkezi durumundaki Kapadokya’da bile, geniş halk kitlelerine ulaşmış ve benimsenmeye başlanmıştır. Hacı Bektaş Velî’nin felsefi düşüncelerinin temelinde, insanın varoluşu ve insan sevgisi vardır.

Değişik kaynaklarda Hacı Bektaş Velî’nin, Anadolu’ya gelmeden önce Necef, Kerbelâ, Bağdat’a gittiği ve buralardaki “Ehl-i Beyt” imâmlarının makamlarını ziyaret ettiği; Kâ’be’ye gittiği, Şam, Kudüs, Halep, Gaziantep, Elbistan, Tarsus, Bozhöyük, Muğlan kalesi gibi birçok yerleri de dolaştığı kaydedilmektedir.
Hacı Bektaş Velî’nin; Amasya, Kayseri, Sivas şehirlerine de uğrayarak, daha sonra Sulucakarahöyük’e yerleştiği de anlatılmaktadır.

a- Hacı Bektaş Velî Rûm Ülkesinde
Hacı Bektaş Velî, Rûm ülkesine, Türkmen içinde, Zülkadirli ilinde Bozok’dan girer. Burada yol üzerinde bir çoban koyun gütmektedir. Koyunlar Hünkâr’dan Velâyet kokusu alarak ona doğru koşarlar. Çoban, sürünün önünü keserek dağılmalarını engellemek ister. Ancak bu kez arkadakiler de Hünkâr’a koşunca, çoban kendi kendine; Olsa olsa bu er Tanrı dostlarındandır, koyun kadar da aklım yokmuş diyerek, Hacı Bektaş Velî’nin ayaklarına kapanır.
Hacı Bektaş Velî, çoban’a:
“Çoban, adın ne?” diye sorar.
Çoban; “İbrahim Hacı” diye cevap verir.
Hacı Bektaş Velî; “Başındakini çıkar” der.
İbrahim Hacı, başındaki geyik postundan dikilmiş börkü çıkarır. Hünkâr, o börkü tekbirleyip İbrahim Hacı’nın başına giydirir; “Yürü, Bozok’la Üçok’u sana yurt verdik ekmeğin olsun, koyuncuklar da beraber varsınlar” diyerek yoluna devam eder.
Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Kayseri’ye varır. Orada erenlerden biri ile görüşürler. Konuşma sırasında erenler, elini koynuna koyarak bir salkım üzüm çıkarır ve huzûra koyar. Bunu gören Hünkâr:
“Sizin erenlerden olduğunuz, bizce mâlumdu, sizden kerâmet isteyen de yoktu. Böyle yapmaya ne hâcet vardı” der. Bir müddet daha otururlar. Hünkâr gitmek için ayağa kalkınca, eteğinin arasından bir tane Hindistan cevizi düşer.
O eren:
-Böyle yapmaya ne hâcet vardı dediniz, peki ya bu sizin yaptığınız ne oluyor?
Hünkâr:
-Hak’ka giden hak uğrum hakkı çün, benim bundan haberim yoktu. Siz o kerâmeti gösterdiğiniz için Horasan erenleri gayrete geldiler, bunu getirdiler, diye cevap verir.
Hacı Bektaş Velî, o erenle vedâlaşıp yola revân olur. Kayseri’den Ürgüp’e gelirken yolda Sineson adlı bir Hıristiyan köyüne ulaşır. Burada pek durmayıp Üçhisar adlı diğer bir köye geçer. Bu köyde halk, birbiriyle kavgaya tutuşmuştur.
Hacı Bektaş, köylülerden birine;
-Bu köyde derviş konaklayacak yer var mı? diye sorar.
Köylü:
-Halk konuk kaygısında mı? Şimdi kavgacılar gelir seninle de kavgaya tutuşurlar, var git, diye tersler.
Bu sırada halktan birkaç kişi Hacı Bektaş Velî’yi merak edip başına toplanırlar. Hacı Bektaş Velî, bunu bir fırsat bilerek konuşmaya başlar:
“Birbirinizin gönlünü kırmayın. Çünkü mü’minin gönlü Kâ’be’ye benzer, lâkin gönül ondan da yeğdir. Zira Beytü’l-ma’mur göktedir. Orayı melekler tavâf eder. Halbuki gönül Tanrı’nın nazargâhıdır. Tanrı ile gönül arasında perde yoktur. Kâ’be nasıl dokunulmaz, harim ve mübarek ise gönül de Tanrı’nın tecelli ettiği yer olduğu için mübarektir, ona dokunmayın.”
Bu nutku dinleyen halk, büyük bir suskunluk ve hayranlıkla onu süzerler.
Topluluktan biri:
-Ey Tanrı dostu! Bize ismini, nereden gelip nereye gittiğini ve maksadını söyler misin? der.
Hacı Bektaş:
-Adım Hacı Bektaş’dır. Horasan’dan Hicaz’a, oradan da Sivas şehrine gitmekteyim. Maksadım, şâki olana amân vermemek ve ahâlinin sulh ile bir arada yaşaması için lüzûmlu olan hakikat sırlarını anlatmaktır. Bunun için Pîrim Hoca Ahmed Yesevî’den emir alıp Anadolu’ya (Rûm’a) geldim.

b- Hacı Bektaş Velî Sulucakarahöyük’te
Hacı Bektaş Velî Sulucakarahöyük’e güvercin donunda indikten sonra bu durum Rûm erenleri arasında bir huzûrsuzluğa sebep olur. Hacı Bektaş’ın alt edilmesi için Karaca Ahmed adlı bir eren gönderilir. Karaca Ahmed, her mahlûkun eşiyle oturduğunu, yalnız Sulucakarahöyük’de güvercin şekline girmiş bir erenin tek başına oturduğunu, murakabe sonunda anlar. Bu eren Hacı Bektaş Velî’dir.

Hacı Bektaş Velî, İdris Hoca ile karısı Kutlu Melek’in (Kadıncık Ana) misafiri olarak bir süre evlerinde kalır. Ama daha sonra câmide kalıp ibâdetle meşgul olmaya başlar. Sulucakarahöyük’te, Hünkâr Hacı Bektaş Velî’nin kısa zamanda müridleri çoğalır. Gördükleri kerâmetler, ona bağlanmak istemeyen âsi ve inatçı mizaçtaki insanları bile yumuşatır.


Evli Olup Olmadığı

Ansiklopediler, bilimsel eserler, birçok yazılı kaynaklar Hacı Bektaş Velî’nin evlenmemiş (Mücerred) olduklarını yazar. Hacı Bektaş Velî’nin evli olduğunu iddia ettikleri Kadıncık Ana (Kutlu Melek, Fatıma Nuriyye de denilir) ki, İdris Hoca adındaki kişi ile evli bir hanımdır. Her ikisi de Hünkâr Hacı Bektaş Velî’ye ilk intisâb edenlerdendir. Hacı Bektaş Velî, Kadıncık Ana’yı kendisine mânevî evlât edinmiştir.


Halifeleri

Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Sulucakarahöyük’e yerleştikten sonra; kimi gelir nasîbini alır giderdi; kimi gelir kalır, hizmet ederdi; kimisini de Hünkâr bir yere yollar, kendisine halîfelik verirdi. Halîfe olan gittiği her yerde mürid, muhib edinir, halkı uyarırdı. Hünkâr Hacı Bektaş Velî, otuz altı bin çerağı uyarmış, otuz altı bin halîfe dikmişti. Bunların üçyüz altmışı, gece gündüz, Hünkâr’ın huzûrunda hizmette bulunurdu.
Hünkâr, âhiret âlemine göçünce onların her biri, Hünkâr’ca daha evvel tesbit edilen yerlerine gittiler. Bunların en meşhurları Cemal Seyyid, Sarı İsmail, Kolu açık Hacım Sultan, Baba Resûl, Pîr Ebi Sultan, Recep Seydi, Sultan Bahâeddin, Yahyâ Paşa, Barak Baba, Ali Baba, Saru Kadı, Atlas-pûş-Sultan, Dust-ı Hudâ, Hızır Sâmit v.s. idi.


Sarı İsmail’e Vasiyyeti ve Hak’ka Yürümesi

Hacı Bektaş Velî, bir gün namaz kıldı, evrâdını okudu, halvete vardı. Sarı İsmail’i çağırdı. Dedi ki:
-Sen benim has halîfemsin. Bugün Perşembe, ben bugün âhirete göçeceğim. Göçünce kapıyı ört. Çile dağı tarafını gözle. Oradan bir boz atlı gelecek, yüzünde yeşil örtü olacak. Bu zât, atını kapıda bırakıp içeri girecek, bana Yasîn okuyacak. Attan inip selâm verince selâmını al, onu ağırla. Hulle donundan kefenimi getirir, o beni yıkar. Beni yıkarken su dök, ona yardım et. Ceviz ağacından tabut yapar, beni tabuta kor, ondan sonra beni gömün. Onunla söyleşmeyin sakın. Benden sonra Fâtıma Ana (Kadıncık) oğlu Hızır Lala Civan, yerime geçsin. O elli yıl hizmet eder, ondan sonra yerine oğlu Mürsel geçer. O, kırk sekiz yıl şeyhlik eder, ölür, yerine oğlu Yûsuf Bâli geçer. O da otuz yıl hizmet eder, sonra Hak yakınlığına ulaşır.
Dünyanın hâli budur, gelen gider. Sen de hizmet et, sofra yay. Himmet dilersen cömertlikte bulun. Murtazâ’dan halk, erlik kerâmet istediler. Kanber’e, sofrayı yay buyurdu. Benden kisvet giyen her mürid, konuk istesin, konuğa hizmet etsin. Şeytan gibi kendisini görmesin, kimsenin yatan itini kaldırmasın. Kimseye karşı ululanmasın, hased etmesin, dedikten sonra, ikinci vasiyyete geçer ve şöyle devam eder:
-Öğüdümü tut, ölümümden sonra bin koyunla, yüz sığır kurban et, bütün halkı çağır, hizmet et, onları doyur. Yedinci günü, kırkıncı günü, helva dağıt, korkma, erin harcı eksilmez. Ne kadar muhib ve mürid varsa davet et, onları topla. Öğüt ver, ağlamasınlar. Bir halîfem de Barak Baba’dır (Ali Emîri), gerçek bir er’dir. Ona da söyleyin, Karasiye varsın, Balıkesir’e gidip orasını yurt edinsin.
Hünkâr böylece vasiyyette bulunduktan sonra, Sarı İsmail ağlamaya koyuldu;
“Tanrı bana o günü göstermesin” dedi.
Hünkâr:
“Biz ölmeyiz, sûret değiştiririz” diyerek onu teselli etti. “Sonra dışarı çık, bizden ses kesilince içeri gir” dedi.
Hünkâr daha sonra Tanrı’ya niyâzda bulundu, Peygamber’e selâvat getirdi. Kendisi, kendisine yâsin okudu ve Hak’ka kavuştu.
Sarı İsmail, vasiyyet gereği dışarı çıktı. Sonra içeri girdiğinde, Hünkâr bu fena âlemini terk etmişlerdi. Hünkâr’ın yüzünü hırkasıyla örttü. Halvetin kapısını çekip tekrar dışarı çıktı. Hünkâr’ın muhibleri dört bir yandan gelerek ağlaştılar.
Derken birde baktılar ki, Çile dağı tarafından bir tozdur koptu. Bir anda yaklaştı. Hünkâr’ın dediği bu zâtın elinde bir mızrak vardı. Yüzüne yeşil nikâb örtmüştü. Altında da tarife uygun olarak boz bir at vardı. Erenlere ve muhiblere selâm verdi. Selâmını aldılar. Mızrağını yere dikti ve atından inerek doğruca halvete girdi. Kendisiyle beraber içeriye yalnız Sarı İsmail girdi. Karaca Ahmed kapıda durdu, kimseyi içeriye sokmadı. Sarı İsmail su döktü, yüzü örtülü er yıkadı. Cennetten gelmiş bulunan yanındaki hulle donları, kefen yaptı. Tabuta koyup doğruca musallaya götürdüler. Boz atlı er imamlık etti, erenler de saf olup ona uydular. Namazı kılındı, götürüp mezara koydular.
Boz atlı kişi, erenlerle vedalaştıktan sonra atına atlayarak yürüdü. Sarı İsmail atın yularından tutarak köyün dışına kadar gittiler, vedalaşacakları zaman acaba bu kim, diye merak etti. Eğer Hızır ise görüştüğüm için tanımam lâzımdır deyip;
-Namazını kıldığın, yüzünü gördüğün er hakkı için, kimsin bildir bana, dedi. Boz atlı er, Sarı İsmail’in yalvarmalarına dayanamadı, örtüsünü açtı. Hacı Bektaş Velî’nin kendisinden başkası değildi.
Sarı İsmail atının ayağına düşüp yalvardı:
-Lûtfet erenler şahı, otuz üç yıldır hizmetindeyim, kusurum var seni bilememişim, suçumu bağışla, dedi.
Hünkâr:
-Er odur ki, ölmeden ölür, kendi cenazesini kendi yıkar. Sen de var buna gayret et, dedikten sonra Çile dağı’na yönelip gözden kayboldu.

Rivâyete göre, Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Hak’ka vuslat ettiğinde 63 yaşındaydı.
En doğrusunu Allah bilir.
canlar43
canlar43
Admin

Mesaj Sayısı : 263
Kayıt tarihi : 04/01/08
Yaş : 50

https://canlar43.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz